Müzikte Yeni Bir Tarz : Samimiyet

Son zamanlarda popüler kültüre ait olmayan ancak yavaş yavaş bazı çevrelerce moda haline gelmeye başlayan bir müzik tarzı oluşmakta.

Çünkü İnsan...

Söyledikleriniz beni cezbetti doğrusu. Ama bu ülkede günler Neşet Ertaş ile biter. "Cahildim dünyanın rengine kandım" der her akşam ve ...

Kalbim

"dayanmak artık kolay değil bırakacak gibisin yarı yolda, kalbim"

Evren Bozması

üyük ev ablukada'nın en vurucu sözlere sahip 2 şarkısından biri "evren bozması". Diğeri de "en güzel yerinde evin" ama onla ilgili değil tabi bu yazı, "yakınlarda bir gezegende unuttuğum tüm şeyler"le alakalı.

"F Tipi" Filmi Hakkında...

devrimciler gidip filmde sıkılırken, filmden çıktıktan sonra "mutlaka izleyin bu hikayeler gerçek, f tiplerinde olanları görün" falan diyebilirler ama çok net biliyorum filmde sıkıldılar. çünkü evet anlatmak istenilen şey güzel ama ortaya çıkan şey değil.

29 Nisan 2013 Pazartesi

İğneada


Kırklareli'ne bağlı bu cennet hakkında birkaç şey yazmak istedim. Kentin keşmekeşinden kurtulmak ve doğayla baş başa kalıp birazcık olsun kafa dinleyerek kendisiyle, sevdikleriyle baş başa kalmak isteyenlere sunulmuş bir doğal güzellik. İstanbul gibi yoğun bir kentin yakınında çoğu kimsenin bilmediği bir yer. Hem önerimdir, gidip burada biraz rahatlamanız; hem de yazının sonunda bahsedeceğim farkındalığı yaratma isteği.

Orada çektiğimiz birkaç amatör fotoğrafla da süslendireyim yazıyı. İğneada'ya vardığımızda temiz ve durgun bir deniz, harika kumsal ve etkileyici bir yeşillikle karşılaştık. Denizinin hep böyle olmadığına dair şeyler okudum ancak 3 günlük gezintimde gerçekten hayran kaldığımı söyleyebilirim.



Yeşilliğe gelirsek, Longoz ormanları oldukça etkileyici. Zaten yolculuk esnasında ormanları gördüğünüz an, İğneada'ya yaklaştığınızı anlayabilirsiniz. Ormanın içinde de bolca kaplumbağ, kurbağa vs. ile karşılaşmanız  mümkün. 




 Ormanıyla, deniziyle size temiz havayı ve sakinliği sunan İğneada'yı anlatmak benim için eksik kalan bir şey. Sadece gidin ve bütün o yorgunluğunuzu atın üzerinizden. Özellikle İstanbul'da yaşayanlar için çok büyük bir fırsat bu yer. Çoğu insan da bunun farkında değildir. İnsan asfalt üzerinde hayatını geçiren bir canlı türü değildir, hep özlediği doğaya ulaşması için de yakınında bulunan cennetlerin farkına varması gerek.



Tabi benim gittiğim dönem, turistik açıdan yoğun olan bir dönem değildi o yüzden iyi kafa dinledik ve bütün derdi tasayı bırakıp evime geri döndüm.  Duyduğuma göre eskiden öğretmenler kampı varmış ve orada çadır kurmak, ağaçevlerde kalmak çok ucuza mal oluyormuş. Ancak sonradan kaldırılmış (niyeyse). Eğer öyle bir ortam olsaydı (ağaçevlerde doğal yaşamın daha bir parçası gibi hissedebiliyorum) kesinlikle bahsettiğim ortamın çok daha iyisini yaşayabilirdik. Malesef bu cennetin bazı güzel yanları eksilmiş durumda, eksilmeye de devam edebilir(nükleer santral).



İğneada'yı anlatmak gerçekten zorlayıcı bir şey. Uyuyan bakkalı uyandırıp, dükkan açtırıp bira alabileceğiniz kadar rahat ve sakin bir cennet. Yine de kelimelerden ziyade gidip görülmesi gereken bir yer. Umarım benim gibi güzel bir zamanına denk gelirsiniz.

Öneri olarak özel araçla gitmenizi tavsiye ederim. Bir otobüs firması var ki rezalet, İstanbul'daki 500T'nin şehirlerarası versiyonunu düşünün. Öyle bir şey... Ayakta şehirlerarası yolculuk mu olur, oluyor. Muavini hakkında da internette gayet güzel hakaretler gördüm, ben bir yenisini eklemeyeceğim. Berk&Görkey Turizm midir nedir, öyle bir adı var. Onun dışında her şey güzeldi kısaca.

Gelelim yazının sonuna. Bu cennette eksilen bazı şeyler var ama henüz o kadar da keşfedilmiş bir yer değil sanırım. Burayı gidin görün çok beğeneceksiniz. Bunu istememin bir sebebi de var. İğneada'ya nükleer santral yapma projesi var ve bu doğal güzellik, bu cennet böylece tehlike altında. Gidin görün bu cenneti çünkü burayı gördüğünüzde nükleer santral'e kesinlikle karşı bir duruş sergilersiniz. Yitirmek istemezsiniz böyle bir cenneti.

Böyle yerlere ihtiyacımız var bizim. Hem insanlık olarak ihtiyacımız var, hem birey olarak ihtiyacımız var, hem de doğal yaşam ve diğer canlılar açısından önemli bir yer. Ben böyle bir yerin tehlikeye girmesini asla istemem. Yazının başında bahsettiğim bu yazıyı yazma sebeplerinden biri de bu.

Ben sadece ufak bir yazı yazıp, bireysel fotoğraflar paylaştım. İnternette çok daha iyileri ve kapsamlıları mevcut. Gitmeyi düşünenler olursa araştırsınlar derim.

16 Nisan 2013 Salı

Boston Maratonu'nda Patlama


Yazdıklarım özet olacak aslında, çünkü olay yeni olduğu için içeriği geniş bir yazı yazmak saçmalık olacaktır. Bu ortaya attığım durum da, kesinliği olan bir şey değil sadece benim ve sosyal medyada da rastladığım birkaç kişinin öne sürmüş olduğu bir teoridir. İlk başta da herkesin genel olarak bildiğini düşündüğüm bilgilerle başlayacağım.

Sabah uyandığımda öğrendim Boston'daki patlamayı ve aklıma gelen ilk şey tabiki İlluminati oldu. Bu tip olayların arkasında sürekli olarak psikolojik oyunlar yatar ve illuminatinin kullandığı yöntem budur. 1995 senesinde İlluminati kartları piyasaya çıkmıştı ve o kartlardan bazıları gerçekleşti, bazıları gerçekleşiyor, bazıları da gerçekleşecek. Bu patlamaya örnek teşkil etmesi açısından İkiz kulelere yapılan saldırı ve Pentagon saldırısı örnek gösterilebilir.
İşte bu 2 olayla ilgili kartlar;
(kartlar 1995 senesinde yayımlandı yani bu saldırılar olmadan önce)

Burada ikiz kuleleri ve Pentagon'u açıkça görüyoruz. Peki bunların sonucunda ne oldu? Hepimiz biliyoruz aslında ama ben buraya girmeden hızlı geçeceğim. İşin ayrıntısına kadar olan içeriği Zeitgeist adlı belgeselde gösteriliyor. O belgeselin ilgili bir kısmı var, 9 dakikalık izlemenizi tavsiye ederim:

Zeitgeist - 11 Eylül Kısmı

Buraya kadar özet geçerek anlattığm şeyler ortaya atılmış bir teori değil, gerçeklerdir. Bunu söyleyeyim. Bu olayların sonucunda Orta Doğu Projesi adı altında ABD'nin yaptıkları meşru gösterilmeye çalışılmış ve psikolojik olarak Afganistan'a girme gerekliliği aşılanmıştı. Bugüne gelecek olursak anlatacağım şeylerin gerçekliği hakkında bir şey söyleyemem. Şuana kadar teori olduğunu söyleyebilirim sadece ancak bence gerçekliğini de zaman içinde göreceğiz.

Boston'daki patlamayı bağdaştırabileceğimiz bir kartla başlayayım.



Patlama maraton sırasında gerçekleştiği için bu kart bize olayın haberini önceden veriyor olabilir. Evet, diğer kartlar gibi açık ve net bir patlama belirtmiyor, benim de gerçekliğini sorguladığım tek nokta bu zaten. Ancak hep böyle de olacak hali yok.

Gelelim bu işin altında yatan psikolojik olgulara. İlk olarak medyamızda da yankı bulan ABD'li Erik Rush'ın twitter üzerinden "Bütün Müslümanları Öldürün" çağrısı vermesi, bu patlamadan kimin sorumlu tutulduğunu açıkça ortaya koyuyor. Yaratılan gergin ortam ABD halkını bu kanıya itmiş durumda. Tıpkı ikiz kuleler patlamasında olduğu gibi.

Ardından Barack Obama açıklama yapıyor, açıklamanın ayrıntılarına o kadar girmeyeceğim. Sadece açıklamadan tek bir kelimeyi yazacağım buraya büyük harflerle: "İNTİKAM!" İntikam çağrısı tıpkı ikiz kuleler patlaması sonrası yaşananların tekrar yaşanabileceğini bize açıkça gösteriyor.

Türkiye medyasından gördüğüm bir şey de; ilk gözaltı gerçeklemiş ve gözaltına alınan kişi Suudi Arabistan vatandaşıy"mış". Bu da bahsettiğim "müslüman düşmanlığı"nı yaratmanın en kolay yolu. Şuan eminim tüm ABD Müslümanlardan nefret ediyordur. İşte yaratılmaya çalışılan da bu. Böylece Orta Doğu'da (son zamanlarda Suriye gibi gözüküyor) gerçekleştirilmek istenen projenin meşruluğu halk üzerinde sağlanmış oluyor. Bu da İlluminati'nin en çok başvurduğu yöntemdir.

Şimdilik olayların ve psikolojik etkilerin derinine inmeden, özet bilgiler yazdım. Çünkü dediğim gibi bu sadece ortaya atılmış bir teori. Anlattığım ve varsaydığım gibi bir durum olmayabilir -ki umarım değildir- ama ben bu işin gerçek yüzünün böyle olduğu kanısındayım. İnternetten biraz araştırdım bugün ve bu kanıyı taşıyan birçok yazı da buldum ancak Türkiye'de ilk kez ben yazmış olacağım sanırım. Eğer düşündüğüm doğruysa da en kapsamlı yazıyı sikkofield yazacaktır diye umuyorum.

15 Nisan 2013 Pazartesi

Kendimi Koşturacak Değilim - 2


Yaşanmışlıkların izleri vardı yüzünde. Ama ne bir kırışıklık ne de suratını gizleyen bir makyaj... Her şey ortadaydı, apaçık. Bu yükü kaldırabilir misin, diyordu kadın hiç konuşmadan. Ama konuşmuyordu işte. Belki belli belli bunu isteseydi, hiç üstesinden gelebileceğini düşünmeyecekti. Lakin karşısındaki gözleri kaybetmekten korkuyordu. Üsteledi bu yüzden. Her şeyi yapabilirim, her şeyin üstesinden gelebilirim dedi seslice; sanki her şeyi biliyormuş gibi. Hiçbir şeyi bilmiyordu ama kadının bakışlarını ve yüz hatlarını doğru algılamıştı.

Kendi geçmişi geldi aklına ve güldü. Umutsuzca geçen senelerine güldü, kendi acısını bile kaldıramadığı senelere. Apartmanın en tepesine çıkıp, yeryüzüne hızlıca çakılıp ölmeyi planladığı güne güldü. Şimdi başkasının acılarını da kaldırabileceğini düşünüyordu. Hayat ne çabuk değişiyor diye düşündü. Ama değişen çok fazla bir şey yoktu. Tek değişken, aşık olmuş olmasaydı ve bunu kendisi dahi bilmiyordu.

Kadın, ona her şeyi unutturuyordu. Düşüncelerini susturdu ve yanına sokuldu. Gözgöze gelip bekledikleri beş saniye, sanki beş ay gibi geldi. Dudakları birbirine değdiğinde, tek hissettiği şey yaşamaktı. Dört sene sonra, ilk kez yaşamaya bu denli sarılmıştı. Çekingenliği gitti ve biraz daha sarıldı yaşamaya. Dudakları ıslaktı, söylenmemiş cümlelerle ıslanmıştı. Sonra ikisinin söyleyemediği cümleler birleşti ve bir oldular. O gece kimse duymamıştı belki ama her şey söylenmişti. Tek bir kelime bırakmadılar artlarında.

Haluk, üstünü giyindikten sonra çatıya çıkmak istedi. Yıllar önce yere çakılıp hayattan kurtulmak istediği yerde, bu sefer kendisine hayat veren kadınla ayaklarını yeryüzüne sallandırdı. Korkuyordu Haluk ama bunla hiç ilgilenmiyordu, ilgilendiği şey yanındaki kadının korkuyor olmasaydı. Ayakları yeryüzüne bakarken sırtlarını zemine verdiler ve yıldızları seyrettiler. Artık akıllarında olan şey yeryüzü değil, bulutlardan çıkardıkları şekillerdi. Artık birbirlerinin hayallerine karışıyorlardı. O gece, iki insan her şeyi gerisinde bırakıp yepyeni bir hayata başladılar. Yeryüzüne bakıp çakılan suratları, artık gökyüzünün derinliklerindeydi. Sonra döndü ve tekrar gözlerinin derinliklerine saplandı. Dudakları tekrar ıslandı ve bir kez daha terlediler o gece.

Doğanın güzelliği, insanoğlunu hep şaşırtmıştı. Ama Haluk, ikinci kez bir kadının güzelliği karşısında şaşkına dönmüştü. Sabah uyanıp pencereden dışarı baktığında, doğanın güzelliklerine çok alışıkmış gibi derin bir nefes çekti içine. Hava hiç olmadığı kadar güzel, Haluk'un dünyası hiç olmadığı kadar hızlı dönüyordu. En azından şimdilik...

7 Nisan 2013 Pazar

Evren Bozması

Büyük ev ablukada'nın en vurucu sözlere sahip 2 şarkısından biri "evren bozması". Diğeri de "en güzel yerinde evin" ama onla ilgili değil tabi bu yazı, "yakınlarda bir gezegende unuttuğum tüm şeyler"le alakalı.

"yakınlarda bi gezegende
unuttuğum tüm şeyler
hepsi ayrı bir ağrı gibi
uzanıyor yerinden"

Gözyaşı olarak geri dönüyor kayboluşum. Her şeyin eskide kaldığı, bütün o dünyaya ve yaşamaya dair hislerin unutulduğu ve bu kayboluşun bir ağrı gibi canını yakması her yerden. Ama biliyorsun, bir yerde umut var hep. Biliyorsun, bir yerlerde bütün bu dertlerini bitirecek ve sana her şeyi tekrar hatırlatacak, bütün bu evrenin varlığını, senin varlığını tekrar hatırlatacak birisi var.

"gel beni bul beni bul beni bul
gel beni bul beni bul beni bul
gel beni bul beni bul beni bul"

Artık haykırıyor insan bunu, gel de bul beni. Şarkının bu kısmını belki de sabaha kadar söylersin. Gel, bul beni. Bul!

"kaçtı bak elinden tuttuğum çocuklar
kimin bugün doğum günü
ne vardı aklımda
geçti bak saatler
uyanmayı unuttum
takside bıraktığım kocaman gitar
kaçtı bak elimden tuttuğum çocuklar
ne kadar sevdim seni, ne kadar çok"

Uyanmayı unuttum ve karmaşık düşüncelerin içerisindeyim. Karmaşık olmayan tek şey, ne kadar sevdim seni, ne kadar çok...Her şey kaçtı gitti ellerimden, bir çocuğun masumiyeti mesela.

Ahh benim kaybolanlarım, ahh kaybolan ben, hislerim, evrenim. Bütün bunlara karşı haykırıyorum yine,

"hepsini bulucam
bir bir
yerine koyucam
bir bir"
Bütün o unuttuklarımı tekrar bulacağım yada sen bul beni farketmez, yeter ki yerine koyalım her şeyi bir bir. Ben grubun bu şarkısını, adlarını da aldıkları Turgut Uyar şiirine benzetiyorum. "Büyük ev ablukada" şiirine...

"ekmek vardı tereyağı vardı utanılacak bir şey yoktu
bir şey daha yoktu ama kavrıyamıyordum"

diye başlayıp,

"ekmek yiyelim tereyağı yiyelim çocuk büyütelim
sen beraber yatacağımız yatakları hazırla
sen bir onu yap yeter bak göreceksin."

diye biten şiirine...

Kendimi Koşturacak Değilim - 1


Yaşantısında herkesin bir yeri vardı. Kimisi ihtiyaçlarını gideriyor, kimisi acizliğini yüzüne vurabiliyordu. Utancından yerin dibine giriyor ve böylece yer kabuğundan soyutlanıp gerçekle yüzleşebiliyordu. Kimisi de birkaç bira şişesinin sonunda her şeyi boşverip dans etmesine yardım ve yataklık ediyordu. Bütün bu zıtlıkların arası insanlarla doluydu, hepsi bir mekanizmanın parçasıydı sadece. Tek başlarına hiçbir anlam ifade etmiyor, tamamen kendi biçtiği rollerle özdeşleşmiş bir hayat geçiriyorlardı.

        Bütün bunların bilinçsizliğinde bir hayat geçiyordu ve tüm sorunları kendi varoluşu üzerineydi. Başkalarına biçtiği bu rolleri sorun edecek kadar sahtekar değildi. Bir sabah uyandığında bir kadına aşık oldu. Aslında bu aşk değildi, aşk biraz daha farklıydı, vakti zamanında bu ihtiyacı karşılayan birileri olmuştu zaten. Okuduğu kitaplar, rakı masalarında dinlediği başından çok şey geçmiş adamlar ona bir şey öğretmişti. Bir rolü sadece bir insan sahiplenebiliyordu. O yüzden bu aşk olamazdı. Hayatının kadını diye düşündü ama hayatında değildi henüz. Kendisini yalnız onun anlayabileceğini farz etti. Sanki onun bulunduğu yerde varoluşuna dair hiçbir sorun kalmıyordu. Yalnızlığı bir anda iki kişilik oluyordu. Yanındaki adamı, yaşadığı bu şehri onun gözünden de görebiliyordu ve bu yüzden, bütün bu dünyada yalnızca onunla tam olarak anlaşabileceğini, kendini ifade edebileceğini düşündü. Yaşamındaki büyük bir boşluğu doldurmuştu o an, gerisine de gerek kalmamıştı. O kadınla hiç tanışmadı, zaten sahiplenilmesi gereken bir rolü kadına vermişti ve büyük bir boşluğunu doldurmuştu. Tanışmasına gerek yoktu. Hayatının kadını gibiydi ama hayatına somut olarak hiç girmeyecekti.  Etrafındaki her şeyin kendi bilincinden ibaret olduğunu biliyordu yada bu konuda yanıldı. Belki de o kadın, kendisine yüklenilen bu sorumluluğu yerine getiremeyecek diye korkuyordu. İnsanlara dair bu tip sorunlar yaşamaktan çekinmiş ve tekrardan bir hata yapmaktan ürkmüştü. Bu sahtekarlık mıydı, sahtekarlığı özlemiş miydi yoksa tamamen yanlış bir mantık ürünü müydü  düşünceleri. Henüz bir fikri yoktu ama başka bir rol bir gün bu boşluğu dolduracaktır diye düşündü. Hayatın bu gizemi ve sürekliliği onu yaşama bağlamıştı.  Somut olarak yalnızdı ama başkalarından yeterince şey katmıştı yalnızlığına.