Müzikte Yeni Bir Tarz : Samimiyet

Son zamanlarda popüler kültüre ait olmayan ancak yavaş yavaş bazı çevrelerce moda haline gelmeye başlayan bir müzik tarzı oluşmakta.

Çünkü İnsan...

Söyledikleriniz beni cezbetti doğrusu. Ama bu ülkede günler Neşet Ertaş ile biter. "Cahildim dünyanın rengine kandım" der her akşam ve ...

Kalbim

"dayanmak artık kolay değil bırakacak gibisin yarı yolda, kalbim"

Evren Bozması

üyük ev ablukada'nın en vurucu sözlere sahip 2 şarkısından biri "evren bozması". Diğeri de "en güzel yerinde evin" ama onla ilgili değil tabi bu yazı, "yakınlarda bir gezegende unuttuğum tüm şeyler"le alakalı.

"F Tipi" Filmi Hakkında...

devrimciler gidip filmde sıkılırken, filmden çıktıktan sonra "mutlaka izleyin bu hikayeler gerçek, f tiplerinde olanları görün" falan diyebilirler ama çok net biliyorum filmde sıkıldılar. çünkü evet anlatmak istenilen şey güzel ama ortaya çıkan şey değil.

18 Eylül 2013 Çarşamba

Kendimi Koşturacak Değilim - 7

İki sene önceydi. Başıboş ve yalnız bir kimlikle çektiğim otostoplardan çok şey öğreniyordum. Her arabada farklı bir hikaye, farklı bir hayat, farklı farklı karakterler. Tabi boş muhabbetler bunlar. Elin marangozunun hayatına duygusal bir anlam falan yüklemedim hiç bu zaman sarfında. Ama o vakit anlam yüklemesem de her şeyin farkında olduğum bir yolculuk yaşadım. Birgün kırk derece sıcakta, tıpkı cennete açılan kapılar gibi klimalı bir araç durdu önümde ve atlayıverdim. Arabayı kullanan genç bendim, biliyordum. Yirmi yaşımdaki ben, yirmi beş yaşımdaki halimin arabasına biniyordu. Az biraz muhabbet ettik işte, ne olduğunu tahmin edersiniz. Ben de öğrenciydim senin gibi, böyle takılıyordum ama şimdi tüm hayatını çalışarak geçiren bir insan oldum işte falan dedi. Basit cümleler aslında ama bazen basit cümleler anlatıyor her şeyi. O cümlelerin altında yatan duyguyu çok iyi anlıyordum. O duyguların her birini yaşayacağımı biliyordum. Şimdi de o duyguyu yaşamakla meşgulüm. Gidip otostop çekmek istiyorum ama bir bakıyorum bunu yapan insanlara bakarak yaşıyorum bu mutluluğu. Ben yapamıyorum, geçti benden. Bazen mutsuzluğun geleceğini bilirsin ama hayatına hala daha sevinçle devam edersin. Biraz da zorunluluktandır bu. Mutluluğu bulmuşken keyfini çıkar kafası.

Bugün bir arkadaşım aradı; “Babam öldü” dedi. Üzüldüm tabi haliyle, “gel vodka var, sana da koyayım” dedim. Telefon suratıma kapatıldı. Napayım, benim de hayatım böyle işte. Bazen söyleyecek pek bir şey kalmıyor. Ne garip, söyleyecek hiçbir şeyim kalmamışken yazıyorum bu yazıyı. Şimdi ne alaka diyeceksiniz ama, çok alakası var ilk anlattığımla. Ben o zaman yirmi yaşındaydım ve yirmi beş yaşımdaki halimle karşılaşmıştım. Şimdiyse yirmi iki buçuk yaşımdayım diyip ortalayalım bu yaş mevzusunu. Çok arada kaldım yani. Her şeyin arasındayım şuan. Bütün duyguların, bütün dertlerin, her şeyin arasına sıkışmış durumdayım. Hiçbirini tam yaşayamıyorum, hepsi yarım kalıyor. Hiçbir acı –yada sevinç- bütün vücudumu kaplayamıyor. Hepsi belli bir kısmıma hitap ediyor. O yüzden işte daldan dala atlıyorum konuşurken. Daldan dala atlamak değil aslında, sana öyle geliyor sadece uzaktan. Bunlar benim ruhumun farklı bölgelerini esir almış duygular sadece. Hepsini topladığımda bir bütün oluşturuyorlar.
Hayatta hiçbir şey yolunda gitmiyorken, yolunda giden bir şey bulup ona tutunmayı istersin. İnsanım ben de tabi, aradığım bu. Üniversite yıllarımdaki gibi yüceltmiyorum kendimi, ilah değilim. İnsanım sadece. Burası da dünya sadece. Ne demiş Ah Muhsin Ünlü: “Burası dünya yahu, burası bu kadar işte”. Heh işte tam da öyle. Bütün beklentilerimi falan çöpe attım ben, bıraktım her şeyi. Yine yalnızım, değişen bir şey yok bu konuda ama aynı başıboş serseri olduğumu söyleyemeyeceğim. Artık başımı bir yere yaslayıp, hayatta tutunacak bir şeyimin olmasını istiyorum. Böyle bir şey yokken katlanılmaz oluyor her şey. Bakma sen, bu kadar derdim varken gülerek anlatıyor, dalga geçiyorum halimle. Bazen ben de anlamıyorum kendimi ama esir alıyor hepsi beni içten içe biliyor musun?

Akşam eve mutsuz geleceğim, bunu baştan söyleyeyim. Kişisel gelişim kitapları kandıramıyor beni, zamanında Schopenhauer okuduk. Zaten hep yanlış adamlardan başladım okumaya. Daha onsekizimde tanıştım Oğuz Atay’la, hala daha toparlanamadım.  Ama sevgilim, bıraktım ben artık kitapları falan. Eve geldiğimde çay demleyip muhabbet edecek miyiz, sevişecek miyiz uyumadan, bunları düşünüyorum sadece. Bunlar olduğunda mutsuz geldiğim evin kapısından mutlu gireceğim, bilesin. Mesela bugüne bugün Nietzsche’yi de okuduk biz ama olmuyor işte, insan tutunacak, güçsüzlüğünü yok sayacak bir dal arıyor, hayat bu. Herkes mükemmel olamıyor.Şu dünyadan gelen geçenler arasında sadece bir tanesi başarabildi bunu. O da belki de acıdan deliriverdi.

Ah Muhsin Ünlü’nün sadece bir şiir kitabı var ve bence bu ülkenin en iyi şiir kitaplarından biri. Diyorlar ki, yazacak mısın bir kitap daha? Yok diyor, ben o şiirleri annem öldüğünde hissettiğim acıyla yazdım ve bir daha o acı gibi bir şeyi yaşayabileceğimi düşünmüyorum. Ben bugünlerde hep Ah Muhsin Ünlü okuyorum sevgilim. Ayakkabılarını kapımın önünde görmek istiyorum kısaca. Çünkü bu, seni seviyorumun içine nal salmak demektir.

Ve bunları elbette çabucak geçelim sevgilim. Bütün bu dertler geçer gider, biliyorum. Yeter ki başımı göğsüne koyayım.

9 Eylül 2013 Pazartesi

Kendimi Koşturacak Değilim - 6

Ölümüne henüz 34 sene, 3 ay, 7 gün kalmıştı ama saniyelerin geçtiğindendir sürekli bir koşturma peşindeydi. Yetişemiyor, bekleyemiyor ve sabredemiyordu. Nereden gelip nereye gittiğini hiç bilmiyordu. Sadece beynindeki hücrelerle, hissetmesini sağlayan hormonların savaşımından hayatı hakkında birkaç somut adım atıyordu.

Yanındaki kadına döndü, kadın susuyordu. Suskunluğunu dinlemeye çabaladı ama suratındaki cümleleri okumakta güçlük çekiyordu. Karışıyordu cümleler, toplu bir anlam çıkartamıyordu hiç. Adını anıp, "Sigara içer misin?" diye sordu kadına. Kadın paketten bir sigara çekti ve;
"İsmimi ne güzel söyledin." dedi.
"İçimden güzel geldin."

Kadın, bir şeyler söylüyordu ama gözleri parlamıştı. Gözlerinin parlaklığı tüm hayatı gölgeledi. Hallerinden memnun gibiydiler ama oturdukları masada hafif telaş vardı. Masa ne yapacağını bilemiyordu, sadece bir şeyler oluyordu. Kontrol diye bir şey yoktu. Saniyeler çok hızlıydı, anlayamadı olup biteni. İçinden geçen, şuankinden çok farklıydı. Çok farklı bir yaşam geçiyordu içinden. Bir kaç kelime etti ama kadın suskun kaldı.
Sanki masada eksik olan bir şeyler vardı. Masayı inceledi. Telaş hala oradaydı, boş iki bardak, iki telefon ve anahtarlık. Bir de süs olsun diye masayla duvarın arasında sallanıp duran oyuncak. Ama süs olsun diye değil, gözünü kaçırmak istediğinde bakacak yer olsun diye konulmuştu sanki masaya. Masada hala daha bir şeyler eksik gibiydi. Ama yanıldı, masada eksiklik değil fazlalık vardı. Masanın telaşı, içinde her türlü duyguyu bulunduruyordu, her şeyden biraz vardı ama hiçbir şeyden tam yoktu. En azından masanın üzerinde gidip gelen cümleler şimdilik bu kadarını sunuyordu. Tam o sırada telaş büyüdü.


Bir an kötü düşündü. Belki de istediği cümleler burada değildi. Konuşurken yine adını andı kadının. Bu sefer etkilenmedi kadın. Masadaki telaş masayı aşmıştı. Bu sefer hayatı gölgeyen, ismini koymakta korktukları bir histi. Bu sefer hayatı gölgeleyen şey, hayatın çok dışında bir şeydi. Hayattan koparan bir şey.