Müzikte Yeni Bir Tarz : Samimiyet

Son zamanlarda popüler kültüre ait olmayan ancak yavaş yavaş bazı çevrelerce moda haline gelmeye başlayan bir müzik tarzı oluşmakta.

Çünkü İnsan...

Söyledikleriniz beni cezbetti doğrusu. Ama bu ülkede günler Neşet Ertaş ile biter. "Cahildim dünyanın rengine kandım" der her akşam ve ...

Kalbim

"dayanmak artık kolay değil bırakacak gibisin yarı yolda, kalbim"

Evren Bozması

üyük ev ablukada'nın en vurucu sözlere sahip 2 şarkısından biri "evren bozması". Diğeri de "en güzel yerinde evin" ama onla ilgili değil tabi bu yazı, "yakınlarda bir gezegende unuttuğum tüm şeyler"le alakalı.

"F Tipi" Filmi Hakkında...

devrimciler gidip filmde sıkılırken, filmden çıktıktan sonra "mutlaka izleyin bu hikayeler gerçek, f tiplerinde olanları görün" falan diyebilirler ama çok net biliyorum filmde sıkıldılar. çünkü evet anlatmak istenilen şey güzel ama ortaya çıkan şey değil.

27 Şubat 2012 Pazartesi

Yabancılaşma ve Dilemma

Hayat şudur, x yaparsan y olur tanımlarına falan girmeyeceğim ama sanırım büyük bir dilemma yaşıyoruz. Biraz yabancılaşma üzerinden gideceğim ve iki farklı açıdan ele alacağım bunu. Ama öncelikle sevmediğim bir tanımlama türüyle başlayayım. Hayat galiba, yalana doğru kaçışımızı simgeliyor. Gerçeğin farkına varıyoruz, ama bunu istemiyoruz ve uzaklaşıyoruz galiba. Ya da öyle değil pek bilmiyorum.

Dilemma, yabancılaşma ve gerçekten kaçışı birleştirceğim noktaya gelirsek; açılış cümlesiyle başlayayım. Yalnızlık, insana verilmiş en büyük nimetlerdendir. Ahh yine tanımladım ama nimet"lerdendir" işte. Çünkü insan toplumdan uzakta kaldığı bu dönemde, düşünüyor ve bazı kanılara varıyor hayatla ilgili. Nihilist bir tavırla bir çok yargıyı yıkıyor ve tanımlamayı bırakıyor aslında. Ve topluma yabancı düşüncelere sahip olmaya başlıyor. Uzaklaştıkça uzaklaşıyor ve yabancılaşıyor. Bunun benim hayatımdaki en iyi örneği Oğuz Atay'ın tutunamayanlığıdır. Çünkü yalnız kaldığı dönemde farklı ilişkiler tasvir ediyor ve varolan toplum ilişkileri bunun dışında kalıyor. Daha önemlisi biraz "yalan" kalıyor. İşte burada bu yabancılaşmanın içinde bir dilemma oluşuyor. O topluma ayak uydurmak mı? yani tutunamamanın verdiği umutsuzluk ve hüznü mü, yoksa yalnızlığı seçip, dostoyevskinin dediği gibi insanı yücelten bir acıyı mı tercih edeğiz?

Doğru olan nedir bilmiyorum, ama ikilemde kaldığım kesin. Sanırım ikincisi daha fiyakalı duruyor. Ama kendimden ve gördüklerimden biliyorum, herkes ilkini yaşıyor. Ve burada da mevzu ikiye ayrılıyor. Topluma karışan "daniel"ler(voksne mennesker filminde ana karakter) ya da bunu becerememiş Oğuz Atay'lar... Her iki türde de yabancılaşma var. Topluma karıştığın zaman yabancılaştığın şey kendi varlığın oluyor. Düşündüklerin başka, yaptıkların başka oluyor. Ve kendini bir şekilde varedemiyorsun, sadece kandırıyorsun. Mutluluk veriyor mu? kısmen evet. Ama genel bir mutluluktan söz edemeyeceğim. Onun için Özdemir Asaf der ki; "beni öyle bir yalana inandır ki, ömür boyu sürsün doğruluğu." İşte böyle bir yalana inandıysanız hayatınız boyunca mutlu olabilirsiniz. Gerisi hakkında pek olumlu düşünmüyorum.

Kötümserim, evet. Nihilizm, bir kaybetmişlik olarak algılanabilir. Varoluşçuluk, bir umutsuzluk olarak algılanabilir. Ama insanın kendini var etmesidir. Kendini yaşamasıdır. Ve en önemlisi; insan bunu yapamaz. Çünkü aciz bir varlıktır. Başkalarına muhtaç, aciz bir varlık. Yani hepimiz Alexandre Supertramp olmayı yeğleriz ama hiçkimse olamaz. Christopher Mccandles(Supertramp'in gerçek ismi) da olamadı. Ve yaşadığı şeyleri, başka insanlarla paylaşmak isterken öldü. Sanıldığı gibi yaptığı işten memnun kalmadı. Evet fiyakalı gözüküyor ama fiyaka bile başka insanlara sunduğumuz bir şeydir. Toplumdan soyut bir hayat yaşamak neredeyse imkansızdır.

Burada bir çıkmaz oluşuyor. Çözebilmiş değilim, çözemeyeceğim de. Hayata bir anlam da yüklemiyorum. Sadece zaman geçiriyorum burada. Kendime mi ya da topluma mı yabancılaşacağım, bu çizgideyim. Daha anlaşılır bir ifadeyle, hiç para kazanamadığım bir bağımsız sinema mı kuracağım, yoksa memur olup düzenli bir maaşım ve düzenli bir hayatım mı olacak? Düşünmeye bile vaktim olmayacak belki. Bilmiyorum. Uzun boylu laflar etmeyeceğim, dünya değişiyor.

Dünya beni değiştirdi. Oysa 2 sene önce onu değiştirmek için çabalıyordum. Fena sarsıldık doğrusu.

6 Şubat 2012 Pazartesi

Dindar olacağıma Tinerci olurum, daha iyi!

Ahh Erdoğan, ahh! Ne zaman haberleri görsem sinirlerimi hoplatıyorsun. Demiş ki kendileri;
"Yeni nesil dindar olmayıp tinerci mi olsun?"

Öncelikle dinle tiner arasındaki bağlantıyı çoğu insan kuramamıştır. Ben sizin için, onların istemediği bir yönden bağlantıyı kurarım. İkisi de afyondur, insanı uyuşturur. Ama tercih yapılması gereken bir şey değildir. Hee, öyle bir zorundalık hissetseydim de, muhtemelen tineri seçerdim, dini değil.

Yeni nesil dindar olmasın da şöyle mi olsun böyle mi olsun, isyan mı etsin büyüklerine. Ulan sanane lan! Sen mi karar vereceksin benim ne olacağıma. İleri demokrasi diyorsun, tanımına baktığımızda benim karar vermem lazım senin kim olacağına. Ülkeyi kimin yöneteceğine benim karar vermem lazım. Ama insanlık eğitimle beyin fuhuşuna uğruyor işte. Dindar olsun gençlik dindar. Dinle uyuşturalım, tinerle değil. Dinle uyuşanlar oyunu bize veriyor, parayı gülen cemaatine kazandırıyor.

Demokrasi mi? Devlet mi? Bunlar nedir biliyor musunuz? Bir sistem çıkar, devlet deriz buna, kendi neslini üretir. Mesela beni yetiştiren sistem, kemalist, müslüman, aile kavramına bağlı, toplumsal ahlak kurallarını benimsemiş bir insan olarak yetiştirmeye çalıştı örnek olarak. Bunun neresinde ben düşünen bir varlığım, neresinde insanım, neresinde kendi kişiliğimi yaşıyorum? Hiçbir yerinde. Tasarladıkları, uyuşturulmuş bir insanı yaşıyorum sadece. Ya da öyle yapmaya çalıştılar, ama ben olmadım. Karşı çıkmaya çalıştım, çalışıyorum. Ama hala izlerini taşıyorum onların ahlak kurallarının.

Demokrasi mi? Sonra yaratılan bu neslin kimi seçeceği zaten bellidir. Uyuşmuş bir koyun sürüsünün yaptığı seçim demokrasi falan değildir. Sonra okullarda öğretilir: "insanın hayvandan farkı düşünebilmesidir." Hadi canım. Yok öyle bir şey. Düşüncelerimizin sınırlarını çiziyorlar, çocukken kendilerine eleman olarak eğitiyorlar.

Neyse, dindar bir toplum da, akp'nin yetiştirdiği nesil işte. Kendi nesillerini yaratıyorlar. Her devletin yaptığı gibi... Özel bir şey değil yani kasmayın. Ve ben buna inatla karşı çıkıyorum, karşı çıkmaya da devam edeceğim her ülkede!

Tinerci olmanın dinle bir alakası yoktur. O çok övdükleri devlet düzenlerinin (hatta sosyal devlet diyorlar buna) bakmadığı, sokağa attığı "çocuklar"ın yönlendikleri, yönlenmek zorunda oldukları bir sonuçtur. Yani, devletin suçudur, sorunudur. Dinsizliğin sonucu değildir. Çok övdükleri neo-liberalizm onları tinerci yapmıştır.

Ama ne oldu? O kenar mahalle çocuklarını kentsel dönüşüme uyarlayamadınız mı? Atamadınız mı o sokaklardan. Atamazsınız! O çocuklar her zaman karşısınız da olacak. Çünkü sizin dininiz para. Paraya tapıyorsunuz, başka bir şeye değil. Tinercileri hedef alıyor, çünkü kentsel dönüşüm adı altında, birilerini zengin etmek istiyor. Tinercileri hedef alıyor çünkü onlar gülen cemaatine para kazandıramıyor, dindarlar gibi.

Ömer hayyam çok güzel cevaplar verirdi kendisine, "sanane lan..." diye başlardı benim gibi. Sanane lan RTE! Din tarafından uyuşturulup sana köle olacağıma, tiner tarafından uyuşurum daha iyidir. Ama ben uyuşturulmayan bir toplumu hayal ediyorum. Ben senin kurduğun korku devletinin yıkıldığı günü hayal ediyorum. Ve dindar olacağıma, tinerci olurum. Daha iyidir!