İki sene önceydi.
Başıboş ve yalnız bir kimlikle çektiğim otostoplardan çok şey öğreniyordum. Her
arabada farklı bir hikaye, farklı bir hayat, farklı farklı karakterler. Tabi
boş muhabbetler bunlar. Elin marangozunun hayatına duygusal bir anlam falan
yüklemedim hiç bu zaman sarfında. Ama o vakit anlam yüklemesem de her şeyin
farkında olduğum bir yolculuk yaşadım. Birgün kırk derece sıcakta, tıpkı
cennete açılan kapılar gibi klimalı bir araç durdu önümde ve atlayıverdim.
Arabayı kullanan genç bendim, biliyordum. Yirmi yaşımdaki ben, yirmi beş
yaşımdaki halimin arabasına biniyordu. Az biraz muhabbet ettik işte, ne
olduğunu tahmin edersiniz. Ben de öğrenciydim senin gibi, böyle takılıyordum
ama şimdi tüm hayatını çalışarak geçiren bir insan oldum işte falan dedi. Basit
cümleler aslında ama bazen basit cümleler anlatıyor her şeyi. O cümlelerin
altında yatan duyguyu çok iyi anlıyordum. O duyguların her birini yaşayacağımı
biliyordum. Şimdi de o duyguyu yaşamakla meşgulüm. Gidip otostop çekmek
istiyorum ama bir bakıyorum bunu yapan insanlara bakarak yaşıyorum bu
mutluluğu. Ben yapamıyorum, geçti benden. Bazen mutsuzluğun geleceğini bilirsin
ama hayatına hala daha sevinçle devam edersin. Biraz da zorunluluktandır bu.
Mutluluğu bulmuşken keyfini çıkar kafası.
Bugün bir arkadaşım aradı; “Babam öldü” dedi. Üzüldüm tabi haliyle, “gel vodka
var, sana da koyayım” dedim. Telefon suratıma kapatıldı. Napayım, benim de
hayatım böyle işte. Bazen söyleyecek pek bir şey kalmıyor. Ne garip, söyleyecek
hiçbir şeyim kalmamışken yazıyorum bu yazıyı. Şimdi ne alaka diyeceksiniz ama,
çok alakası var ilk anlattığımla. Ben o zaman yirmi yaşındaydım ve yirmi beş
yaşımdaki halimle karşılaşmıştım. Şimdiyse yirmi iki buçuk yaşımdayım diyip
ortalayalım bu yaş mevzusunu. Çok arada kaldım yani. Her şeyin arasındayım şuan.
Bütün duyguların, bütün dertlerin, her şeyin arasına sıkışmış durumdayım. Hiçbirini
tam yaşayamıyorum, hepsi yarım kalıyor. Hiçbir acı –yada sevinç- bütün vücudumu
kaplayamıyor. Hepsi belli bir kısmıma hitap ediyor. O yüzden işte daldan dala
atlıyorum konuşurken. Daldan dala atlamak değil aslında, sana öyle geliyor
sadece uzaktan. Bunlar benim ruhumun farklı bölgelerini esir almış duygular
sadece. Hepsini topladığımda bir bütün oluşturuyorlar.
Hayatta hiçbir şey
yolunda gitmiyorken, yolunda giden bir şey bulup ona tutunmayı istersin.
İnsanım ben de tabi, aradığım bu. Üniversite yıllarımdaki gibi yüceltmiyorum
kendimi, ilah değilim. İnsanım sadece. Burası da dünya sadece. Ne demiş Ah
Muhsin Ünlü: “Burası dünya yahu, burası bu kadar işte”. Heh işte tam da öyle.
Bütün beklentilerimi falan çöpe attım ben, bıraktım her şeyi. Yine yalnızım,
değişen bir şey yok bu konuda ama aynı başıboş serseri olduğumu söyleyemeyeceğim.
Artık başımı bir yere yaslayıp, hayatta tutunacak bir şeyimin olmasını
istiyorum. Böyle bir şey yokken katlanılmaz oluyor her şey. Bakma sen, bu kadar
derdim varken gülerek anlatıyor, dalga geçiyorum halimle. Bazen ben de
anlamıyorum kendimi ama esir alıyor hepsi beni içten içe biliyor musun?
Akşam eve mutsuz geleceğim, bunu baştan söyleyeyim. Kişisel gelişim kitapları
kandıramıyor beni, zamanında Schopenhauer okuduk. Zaten hep yanlış adamlardan
başladım okumaya. Daha onsekizimde tanıştım Oğuz Atay’la, hala daha
toparlanamadım. Ama sevgilim, bıraktım ben
artık kitapları falan. Eve geldiğimde çay demleyip muhabbet edecek miyiz,
sevişecek miyiz uyumadan, bunları düşünüyorum sadece. Bunlar olduğunda mutsuz
geldiğim evin kapısından mutlu gireceğim, bilesin. Mesela bugüne bugün Nietzsche’yi
de okuduk biz ama olmuyor işte, insan tutunacak, güçsüzlüğünü yok sayacak bir
dal arıyor, hayat bu. Herkes mükemmel olamıyor.Şu dünyadan gelen geçenler
arasında sadece bir tanesi başarabildi bunu. O da belki de acıdan deliriverdi.
Ah Muhsin Ünlü’nün
sadece bir şiir kitabı var ve bence bu ülkenin en iyi şiir kitaplarından biri.
Diyorlar ki, yazacak mısın bir kitap daha? Yok diyor, ben o şiirleri annem
öldüğünde hissettiğim acıyla yazdım ve bir daha o acı gibi bir şeyi
yaşayabileceğimi düşünmüyorum. Ben bugünlerde hep Ah Muhsin Ünlü okuyorum
sevgilim. Ayakkabılarını kapımın önünde görmek istiyorum kısaca. Çünkü bu, seni
seviyorumun içine nal salmak demektir.
Ve bunları elbette çabucak geçelim sevgilim. Bütün bu dertler geçer gider,
biliyorum. Yeter ki başımı göğsüne koyayım.