Müzikte Yeni Bir Tarz : Samimiyet

Son zamanlarda popüler kültüre ait olmayan ancak yavaş yavaş bazı çevrelerce moda haline gelmeye başlayan bir müzik tarzı oluşmakta.

Çünkü İnsan...

Söyledikleriniz beni cezbetti doğrusu. Ama bu ülkede günler Neşet Ertaş ile biter. "Cahildim dünyanın rengine kandım" der her akşam ve ...

Kalbim

"dayanmak artık kolay değil bırakacak gibisin yarı yolda, kalbim"

Evren Bozması

üyük ev ablukada'nın en vurucu sözlere sahip 2 şarkısından biri "evren bozması". Diğeri de "en güzel yerinde evin" ama onla ilgili değil tabi bu yazı, "yakınlarda bir gezegende unuttuğum tüm şeyler"le alakalı.

"F Tipi" Filmi Hakkında...

devrimciler gidip filmde sıkılırken, filmden çıktıktan sonra "mutlaka izleyin bu hikayeler gerçek, f tiplerinde olanları görün" falan diyebilirler ama çok net biliyorum filmde sıkıldılar. çünkü evet anlatmak istenilen şey güzel ama ortaya çıkan şey değil.

27 Mart 2013 Çarşamba

"Olsun" Şarkıları


Pilli Bebek'in "olsun"u güzeldir ama Halil Sezai'nin ne anlatmak istediğini anlamadım. Dün sarhoştuk yine, ayaklarımı terastan yeryüzüne uzatıyordum, tepeden bakmak güzeldir. Sonra birisi bu şarkıyı açtı, hep beraber aya bakara "aaayyyy" diye haykırmaya başladık. Ben aya uzun süre baktığımda bir durgunluk geliyor, susuyorum falan. Halil Sezai ise farklı, haykırası gelmiş adamın. "aaaayyyy" diye haykırıyor. Ortak olalım derdine dedik, bağırdık bizde. Ama anlatmak istediği şeyi anlayamadım tam olarak.

Hiç değilse gökyüzüne bakmamızı sağladı. Oysa biz gökyüzünden yere bakıyorduk. Aşağılarda olmayı hatırlattı bize o sarhoş halimizle. Ben yine de, "ay, ay kahroldum" şarkısını daha çok seviyorum. Onun felsefesi çok ayrı. Yanarım sana emeklerime yanarım diyor, isyan ediyor. Ama Halil Sezai arkadaş isyan diye bağırırken bile "ben öldüm bittim" imajı veriyor. Oysa Tarkan öyle mi? Tarkan yazıklar olsun kafasında. "n'olur Tülay gel geri dön" kafasında değil. Halil Sezai arkadaş ise günümüz kadınlarını o tavra soktu. Şimdiki kadınlar, bizden hep "mahvol benim için öl, bit" istiyorlar. Tarkan popülerken ilişkilerim gayet normaldi, güzeldi. Ne zaman Halil Sezai "olsun" dedi, ben bittim. Umursamazlığım yüzünden hep terk ediliyorum. Eskiden moda buydu oysaki.

Kadınlar, "pilli bebek - olsun" dinlesinler. Erkeklerde olabildiğince duruma ayak uydurmaya çalışsınlar. Heh, yok abi ben beceremiyorum diyorlarsa da, gökyüzünden yeryüzüne alay edercesine ayak uzatmayı ve kendilerine bir bok olmadan dünyayı izlemelerini tavsiye ederim.

"F Tipi" Filmi Hakkında

Kanaatimce berbat bir film. Aylar önce sinirimi boşaltmak için filmden çıkar çıkmaz şu satırları yazmıştım:

(izlediysen oku, izlemediysen izleme)

tamam kameranız güzel, müziğiniz güzel, anlatmak istediğiniz güzel ama bunları çekmek, çekebilmek bir mevzudur. ayrıca filmde verilmek istenen mesajı almasını istediğiniz insanlar varsa eğer söyleyin sakın gitmesinler filme çünkü o mesajdan nefret eder. filmde birkaç yer iyi sadece. çoğu yeri bana göre belli bir kesimin masturbasyonu olmuş. ortaokul çocuğunun yazacağı tek taraflı diyaloglar, ver duygusalı çal grup yorumu özelliğinin film boyunca devam etmesi, elindeki kamerada fluluk gibi birkaç özellik keşfedip tamamen yönetmenin eline kamerayı ilk kez alan çocuk gibi takılması, klişe sahneler vs. vs.

filmde bir tek gardiyanlı sahneyi beğendim. ama söylemek isterim, çünkü gelecek eleştirileri biliyorum; ben hikayeleri veya f tipindeki sorunları ele almaya laf etmiyorum ben "film" olgusuna dikkat çekiyorum. ya en basitinden bir hücreden diğer hücreye atılan topun fizik kuralları çerçevesinde yandan gelmesi lazım, bizim toplar havadan dümdüz düşüyor çoğu sahnede. hele bir teyzenin üzerindeki giysileri çıkarma sahnesi var ki, gülme krizine giriyordum. arkadaşlarımla gitmemiş olsaydım hemen orada çıkardım filmden. hayatımda da yarıda çıktığım ilk film olarak tarihe geçmiş olurdu.

bana mesaj vermeye çalışma, durum koy ortaya. filmin adı f tipi çünkü cephe tipi değil. ben grup yorum'u windows media player'ın pillerine bakarak dinleseydim daha çok mesaj alırdım kendimce. harbiden sinirlendim filmde çünkü anlatılmak istenen mesele müthişken, anlatanlar kendi mücadelelerinin propagandasını yapmışlar.

neyse, sözlerimi toparlayamayacağım bu film hakkında. söyleyeceğim daha çok şey var ama devrimciler gidip filmde sıkılırken, filmden çıktıktan sonra "mutlaka izleyin bu hikayeler gerçek, f tiplerinde olanları görün" falan diyebilirler ama çok net biliyorum filmde sıkıldılar. çünkü evet anlatmak istenilen şey güzel ama ortaya çıkan şey değil.

24 Mart 2013 Pazar

Müzikte Yeni Bir Tarz: Samimiyet


Son zamanlarda popüler kültüre ait olmayan ancak yavaş yavaş bazı çevrelerce moda haline gelmeye başlayan bir müzik tarzı oluşmakta. Bu tarzı belli kalıplara oturtmak yerine "samimiyet" kelimesiyle özdeşleştirebiliriz. Başlıca da "Büyük ev ablukada" ve "Yüzyüzeyken Konuşuruz" grupları örnek gösterilebilir. Ancak yeni yeni gelişen bu müziğe değinmeden önce, temellerine bir bakmak lazım.

Kadıköy, duvarlarında "her şey sermaye için sevgilim" diye yazan bir yerdir. Kesmeşeker'in müziğinin oluştuğu topraklardır. Diğer ilçelerden her zaman farklı olmuş ve yeni olguların toplumla buluşmasına vesile olmuş bir yerdir; bu rolünü de hala daha devam ettiriyor. 90lı yıllarda Rock müziği burada kendine hayat buldu. 2000li yıllarda Kadıköy Acil ile müziğe yeni bir soluk getirdi. Şimdi de 2010lu yılların müziğine gelmiş gibi gözüküyor. Kesmeşekir'in zamanında ortaya koyduğu tat ve bu ülkenin geçmişten tadı damağında kalmış olan Fikret Kızılok - Bülent Ortaçgil samimiyeti burada yeni bir hal alıyor. Büyük ev ablukada'yı Kadıköy çıkışlı olarak gösteremeyiz ama bu tarz grupların merkezi olarak Kadıköy gösterilebilir.

"Yüzyüzeyken konuşuruz", Kadıköy'den çıkan ve evindeki samimiyeti notalarıyla müzikseverlere aktaran bir Kaan Boşnak projesi.  Kendilerini "yüzyüzeyken konuşuruz dışarıdan bir müzik grubu olarak görünse de aslında bir canlı müzik projesidir." diye tanıtıyorlar. Evlerindeki ve Kadıköy'ün sokaklarındaki ruhu, bütün samimilikleriyle dinleyiciye aktarıyolar. 
Yine aynı tarzda, evinde müzik kaydedip ticari amaç gütmeden kendi salonlarından çektikleri videolar aracılığıyla müzikseverlere ulaşan bir grup olarak da "Rehber" var. 

Rehber'in bu samimiyetine bir örnek olarak; 


Yüzyüzeyken konuşuruz için ise; 



(yazının sonunda da diğer Kadıköy'lü gruplardan örnekler sunacağım, youtube'dan onları da kolayca bulabilirsiniz.)

Buna benzer Kadıköy merkezli birçok gruba ulaşmak oldukça mümkün ancak ben özellikle Yüzyüzeyken konuşuruz grubunun, bahsettiğim yeni modanın önde gelen projelerinden olduğunu düşünüyorum. İstanbul'da son yıllarda ilerleyen kent olgusu ve bunun koşuşturması, telaşı bilinen ve bıktıran bir gerçek. Bu kentte insanlar yoruluyor ve kente ayak uydurmakta sıkıntı çekiyor. Bu da beraberinde bir duraklamak, sakinleşmek isteğini doğuruyor. İşte burada da devreye varolan sorunlara karşı bir talebi ortaya koyan sanat eserleri giriyor. Sanatın tarih boyunca da görevi bu olmuştur. Şimdi de bu sakinlik, samimiyet özlemlerini karşılayan ve evinde çaylarını demleyip kentin tüm hızına karşı gelir bir havada şarkılarını bizlerle paylaşan, varolan ticarileşmiş sanattan uzak gençler var. Bu yeni tarzın dinleyicileri de tüm bu olguları "samimiyet" kelimesinin altında topluyor.

Sürekli koşuşturan ve binalar arasında ezilmiş insanlar topluluğuna "konuşulacak şeyler" şarkısından "denize kıyısı olmayan insanları hiç sevemedim." sözünü çayımı yudumlarken söylüyorum evimde. Aynı benim evimden biri gibi, ben de onların evinden biri gibi hissettiğim insanlarla beraber yapıyorum sanki bunu. Bu samimiliği çok kolay hissettirebiliyorlar. Bilmiyorum gerçekten öyle midir ama bana sanki bütün hafta işe gidip gelmiş, yorulmuş ve bir pazar öğleden sonra varolan bu hayatından bir kaçış olarak başka bir seçenek sunan, içinden gelen bu asıl samimiyeti notalara döken insanlarmış gibi geliyorlar. Kendimi de aynen bu hengameden kaçarak kendi odamda mutlu hissettirip hayal kurmamı sağlayabiliyorlar. Bu açıdan insanların içlerine işlediğini düşünüyorum.
Samimiyet olgusunu iliklerine kadar hissettiren bir başka grup da Büyük ev ablukada. Özellikle "Görüntülü Radyo Eksen Filanı"nı dinlediğinizde bunu çok iyi anlayacaksınız. Onlar da varolanın ve popüler olanın dışına çıkmış bir grup. Yeraltı diyebiliriz. Ancak böyle olsa dahi popüler olmaya dönüyor ve aklıma 91 sonra Seattle'daki grunge müziğinin ticarileşmesi geliyor. Kaan Boşnak bir röportajında Yüzyüzeyken konuşuruz'un ticarileşmeyeceğini söylüyor, Büyük ev ablukada da bu görüşte. Ancak 90lı yıllarda Seattle'dan çıkan müzisyenler de bunu derken MTV'de dahi çaldılar. Kurt Cobain, Pearl Jam'i ticarileşmekle suçladı. Ticarileştikler yada etmedikleri bir görüştür ancak benim dileğim "samimiyet" adını verdiğim bu tarzın ticarileşmemesi hep bu tatta kalmasıdır. Sonuçta kötülemiş gibi olmayalım, grunge müziği de o senelerde dünyayı kasıp kavurmuştu. Tabi bu açıdan kurmuyorum benzerliği.

İstanbul'da varolan kent olgusunun yanında Kadıköy hep farklı bir yer olarak kalmıştır ve bu özellik şimdi müziğe de yansımış durumda. Yine aynı semtten "Yok Öyle Kararlı Şeyler" , "Halimden Konan Anlar", "Seni Görmem İmkansız", "Toz ve Toz" gibi gruplar da bu tarzın örnekleri. Biraz araştırıp daha birçok Kadıköy'lü gruba ulaşabilirsiniz.

22 Mart 2013 Cuma

Kalbim

Bir erkek ne ister hayatından? İstekleri sonuçsuz kaldığında neye dönüşür?

Etrafımdaki bütün bu sanat, okuduklarım, dinlediklerim, önünde saygıyla eğildiklerim...Beni derinden yakalayan adamlar, bırakırken her şeyi yarı yolda yanıbaşıma oturan ve düşüşüme yoldaş olanlar... Bunlardan biri de Fikret Kızılok, yazdığı bu eserle.

En düşük düzeyde baktığında sadece bir kadını seviyor ve ondan beklentileri, istekleri var. Birçok şeyi sevdiği kadına yüklüyor ve hayatının böylece değişmesini umuyor. Umuyor ummasına da nasıl sonuçlanıyor bu umut?
"sevdin olmadı"
Sokakta kaybetmiş vaziyette yürüyen binlerce adamın hikayesinin ortak noktasını bu kadar basitçe söylüyor. Seviyor, bir şeyler bekliyor ama olmuyor. Umduğunu bulamadığı şey sadece bir insan ama kaybettiği tamamen kendisi.

Peki daha geniş bir bakış açısıyla yaklaşırsak? Bu sefer topyekün insanlardan, dünyadan bir beklentisi ve isteği var. "Bir dünya istedin kardeşçe" diyor kalbine ama yine "olamadı". Mikro düzeyde de makro düzeyde de umduklarının hiçbirine kavuşamıyor. Ya bu ikisinin arası? Zaten yok, boşluk. Artık bir istek daha sunmaya gücü yok.
"dayanmak artık kolay değil
bırakacak gibisin yarı yolda, kalbim"

Kalbim bunu iyi bilir, kolay değildir dayanmak. Bırakacak gibi olur hep ama nedense devam eder. Nedense hep çıkmaz sokaklara sürüklenmeye devam eder. Tam her şeyi bırakacak gibi hissettiğimiz gecelerde ise artık hiç değilse bu dibe vuruşun bir yoldaşı vardır. Eskiden kulak aşinalığı olan bu şarkı artık bir şarkı olmaktan çok daha fazla şey ifade etmektedir. Sanırım bir insan için en büyük derdi anlatıyor bu. Yarı yollarda kalanlara gelsin...

"sevdin olmadı,
bir dünya istedin kardeşçe, olamadı."


Çünkü İnsan...

Söyledikleriniz beni cezbetti doğrusu. Ama bu ülkede günler Neşet Ertaş ile biter. "Cahildim dünyanın rengine kandım" der her akşam ve biz bunu çoktan tecrübelemiş vaziyette rakımızı içeriz. Evet, söyledikleriniz çok güzel ama ben bu renge kanmayacak kadar tecrübe edinmişim. Beni ve tüm insanlığı düşünüp kederleniyorsunuz, teşekkür ederim ama henüz kendi varlığınız için yapmadığınız bu davranış beni de sizin adınıza üzüyor doğrusu. Söylediklerinizi, aklınızda kurduklarınızı sevdim ama bedenlerinizin isteklerini ve yaptıklarını da aynı ölçüde siz seviyor musunuz? Oysa düşündüğünden ziyade isteklerinin esiridir insan. Aklıyla bir dünya kurmuştur ama onu yöneten bedenidir. Aklınızın kurduklarını kendi bedeninize aktarabildiniz mi ki tüm insanlığa sesleniyorsunuz?

İnsan içinde iyiyi ve kötüyü barındırır. İnsan tarafından ortaya atılmış her şeyin içinde de bu vardır. İşte bu yüzdendir, her şeyin iyi ve doğru olanını bize gösteren tanrıya duyduğumuz ihtiyaç. Sonra gün geldi o tanrı da öldü. Ama tanrıyı öldüren bu insanlar kendileri tanrı olmaya kalkışarak bize iyiyi ve doğruyu sundu. Sözleri beni cezbetti doğrusu ama insan söylediklerinden değil yaptıklarından ibarettir. Benim de acılarımı Neşet Ertaş’la yaşadığım tanrısız akşamlardan öğrendiğim bir şey var ki, insana gerçeği gösteren ve onu değiştiren; kendi travmalarıdır.

Abdülhamit’i Abdülhamit yapan düşünceleri miydi sanıyorsun? Kişiliğiydi. Baskıcı rejimin arka planında evhamlı bir karakter yatıyordu.  Düşünceleri de bu karakterin çerçevesinde şekilleniyordu. Hepimiz gibi, sen ben gibi... Bir kadın seni aldattığında, anlarsın dünyanın kaç bucak olduğunu. İşte Neşet Ertaş da o zaman girer devreye.  Sen oturup bunu sorgularken aslında dünyan değişir bir yandan. Oysa sen dünyayı değiştireceğine inanıyorsundur. Bir bakarsın, değişen sen olmuşsun.

“Karşılaştığımız herkes, biz beğenelim beğenmeyelim, bizi icat eder” diyor Adam Phillips. Anlatmak istediğim şey de bu.  Sen seni icat edenler üzerinden bütün bir dünya uğruna sloganlar atıyorsun. Ya bütün bunların dışında bir şeyle karşılaşırsan? Bu dünyanın kuralları yalnız bu dünyada geçerlidir. Jupiter’e gittiğinde bu gezegenin bilimsel verilerinin hiçbir önemi kalmaz. Her şey farklıdır, sıfırdan başlarsın. Peki ya senin değerlerinin benim için bir önemi yoksa? Ya o çok cezbedici sözlerinin bende bir etkisi yoksa? O zaman beni de içine katan bu “genel” verilerin anlamsız kalıyor.

Düşünme demiyorum, düşün. Ama bana uygulamaya kalkışma bunu.  “Çünkü senin de bir ütopyan varsa, insansın” demiş Yılmaz Odabaşı. İnsanlığın gereği olarak düşün. Benim de var bir ütopyam ama kalkıp da tüm dünya böyle olacak nidaları atmıyorum. Biliyorum, kişiliğim ve yaşadıklarım yüzünden kuralsız bir dünya diliyorum. Ama bunu tüm insanlığa mal edecek değilim. Çünkü sizi icat eden şeyler farklı, benim dünyamın kuralları farklı.

Düşüncen yaşasın, bana doğrulttuğun silahın değil. Çünkü ben senin düşüncene bir baskı yöneltmedim.            En azından ben... Ama sen bana bunu yapmadığını söyleyebilir misin böyle tepeden bakarak beni yargılarken?