Çok sıkıldım yaşamaktan ve tabiî ki kayda geçmeyelim bunları. Hayat kavgası var burada, her daim kendini kayda tabi tutan. Orhan Gencebay anlatmış her şeyimi bana laf düşmez bugünlerde. Zaten yeni yeni anlıyorum bütün şarkıları, şiirleri biliyor musun? Mesela her şey sermaye için sevgilim. Sen bilir misin? Biz oturup yıldızlara laf atalım, çok fiyakalı sözlerle kayda dökelim bunları. Sonra noluyor biliyor musun, oturup dalga geçiyorsun kendinle. Kısacası güzel sevgilim, “yandım ben bari sen kendini kurtar.” Tabi bu arada beni de kurtarır mısın? Yoksa hayat kavgası verirken bir de yanında aşkın ızdırabını çekmek şart mıdır?
İnsan çekip gitmek istiyor hep. Basit şeylerden biri oldu tabi bu. Ne acı değil mi? En içten depresyonlarımızı basite indirgedik hep. Yaşamamızın koşulu mu şimdi bütün bunlar yoksa kaybetmişliğimizi mi kabulleniverdik bir anda. Düşlerim vardı benim, bilirsin. Terk ettim hepsini. Yok yok, terk etmedim, terk edildim. Yada her neyse… Sadece ne oluyorsa bu dünyada, elimde olmadan oluyor. Bugün bir adam oturdu yanıma ve dedi ki; nefret ediyorum kendimden. Ah dedim, abi ben daha bu yaşta kendim olamıyorum, nasıl nefret edeyim. Sen hiç değilse kendini tanıyıp nefret etmişsin. Ben daha kendimi bilemedim, yaşamıyor benliğim. Başkalarının hayatı bu, başkalarının icadıyım ben.
Gitmek istiyorum o yüzden. Başkalarının icadı olan bir hayatı yaşamak nasıl acı veriyor biliyor musun? Hayat kavgasıymış, hasiktir oradan. Bu kavganın hiçbir yerinde benim kimliğim yok. Bu kavga benim kavgam değil. Dur bakalım, bunun yanında da mı şart oluyor aşkın ızdırabı. Ah sevgilim, her şeyimiz yarım kalıyor. Mesela bir yazıya başlıyorum, mesela bir hayata… Ne zaman tamamlayabileceğim bunları, ne zaman kalmayacak hiçbiri yarım? Hala hayallerde mi yüzüyoruz sence? Hala daha dünyanın dörtte üçüne bırakıp kendimizi hergün boğularak ölümümüzü mü izliyoruz? Oysa bu dünyanın bir de oksijen bolluğu kesimleri var. Hah pardon, bu şehirde bütün ağaçlar kesiliyordu değil mi?
Sevgilim, benim çığlık atmam lazım. Bu şehrin neresi uygun? Bırak dünyanın dörtte üçünü. Şimdi fark ettim de biz bu kentin karasında da boğuluyoruz. Genç bir avukat vardı zamanında. İsmi İpek. İntihar etmeden önce küçük bir not düşmüştü kağıda: “Yavaş yavaş delirdim, kimse fark etmedi.” Dedim ya, şarkıları, şiirleri ve geri kalan her türlü şeyi yeni yeni anlıyorum. Farkediliyor mu? Tabi, bu bilinç beni yavaş yavaş öldürüyor. Yavaş yavaş ölüyor içimde bir şeyler.
Dünya dönüyor, duruyorum ben. İlköğretim de medya da henüz ele geçiremedi beni sevgilim. Duruyorum ben. Mutlu olacağım günü çok iyi biliyorum. “Bat dünya bat” demiş, Oğuz Atay. Bu dünya durduğunda döneceğimi hissediyorum. Her şey battığında mutlu olacağım, biliyorum.
Ah be Orhan baba. Biliyorum siktir ediyorsun hayat kavgasını. Edirne’nin kahvelerinde esrar içip bağlama çaldığın günleri unutmayanlar var, biliyorsun. Asıl derdin bu azabı dindirecek kişiye karşı, biliyoruz. “Gel beraber çıkalım bu yollara, yalnız çekilmiyor dünyanın kahrı.” Yavaş yavaş deliriyorum, fark ediyor musun?